914
  • Alo Bilgi

Döviz Bürolarını Kapatmak Gerekir

Yeminli Mali Müşavir Ahmet Gündüz, suni olarak üretilen ekonomik krizin bertaraf edilmesiyle ilgili hükümete çarpıcı bir öneride bulunuyor. Gündüz, “Vatandaşlarımız günlük yaşamlarını dövizle sürdürmüyorlar. Dolayısıyla döviz bürolarının tamamının kapatılması, bu konuda ihtiyaç duyanların işlemlerini bankalar aracılığıyla yapması gerekir” diyor.

Yeminli Mali Müşavir Ahmet Gündüz, gerek mesleki kariyeri, gerek siyasi görüşleri ve sosyal kimliği ile görüş ve önerilerine kıymet verilen bir isim.

Bunu, kendisiyle geçmiş dönemlerde gerçekleştirmiş olduğumuz söyleşilerde; hem yerel hem de ulusal ve uluslar arası ölçekteki isabetli değerlendirmeleri, uyarı ve çözüm önerileri ile de belgelemiş bulunuyor.

Türkiye yine kritik bir safhadan geçiyor ve ortada yine farklı birçok söylem, belirsizlik ortamı mevcut. Bu noktada, bir bilirkişi olarak onun görüşlerine tekrar başvurma ihtiyacı duyarak gündemle ilgili sorunlarımızı kendisine yönelttik.

Doğrusu bizi bu söyleşide en fazla etkileyen şey; ‘döviz bürolarının tamamını kapatalım’ şeklindeki cesur ve sıra dışı yaklaşımı oldu. Diğer ayrıntıları da ilgiyle okuyacağınızı düşündüğünüz bu söyleşide okurlarımızı Ahmet Gündüz ile baş başa bırakıyoruz.

Ülkemizde Rahip Brunson olayı sonrasında, doların ve euronun sıra dışı artışı ve Türk lirasının değer kaybetmesiyle derin bir ekonomik kriz yaşanmakta. Mevcut yönetim bu krizin yapay olarak canlandırıldığını, siyasi nedenlere dayandığını ifade ederken, muhalif çevreler ise, ekonominin zaten kötü yönetildiğini ve krizin gerçek nedeninin buradan kaynaklandığını öne sürmekte. Ekonomi ile doğrudan ilgili bir şahıs olarak, siz yaşanmakta olanları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Metin Bey, Rahip Brunson olayı, söz konusu şahsın normal bir suçlu kapsamında tutuklandığı ve yargılama sürecinin devam ettiği bir davadır. Normal şartlarda bu olay hem ABD hem de Türkiye açısından sıradan sayılabilecek nitelikte bir yargılamadır. Fakat ABD bu hususu kasıtlı olarak gündeme taşıyıp suni bir gerilim üretmiştir.

Asıl olan şudur ki;  ABD ürettiği bu gerilim ile gerçekleştirmek istediği ekonomik ambargoya kılıf uydurmuştur. ABD’nin İRAN’a, TÜRKİYE’ye, ÇİN’e, RUSYA’ya uygulamak istediği ticari ambargo artık dünya kamuoyunca da ayan beyan ortadadır.  Brunson olayı bu çerçevede değerlendirildiğinde; koparılan yaygaranın Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak, pazarlık unsuru yaratmak amacını güttüğü kolaylıkla görülecektir.

Hepimiz ABD’de FETÖ elebaşının yaşadığını biliyoruz. Bizim o kadar yazılı ve sözlü ‘iade edin’ taleplerimize rağmen o şahsı halen iade etmiş değiller.  Bu, uluslararası anlaşmalara göre de uygunsuz bir tavır. ABD’nin, iade edilmesi gereken birini tarafımıza teslim etmezken, yargılanmakta olan Brunson’u emrivaki bir şekilde, hukuk kurallarını görmezden gelip salıvermemizi istemesi mantık dışı bir durumdur.

Dolayısıyla, ABD’nin bunu bir tehdit unsuru olarak kullanmasını hiçbirimiz kabullenemeyiz. Bu nedenle Türkiye’nin bunu bir pazarlık unsuru yaptırması beklenemez, beklenmemelidir de.

Sorunuzun ikinci kısmına gelince; Türkiye’de söz konusu olan döviz krizi bu suni kavgaların ürünüdür.  Bu kriz Türkiye ekonomisinde oluşan olumsuz şartlardan kaynaklanmamaktadır.

Aslında 2008 yılından beri Türkiye, büyüme trendi ile dünya çapında göz dolduruyordu. Ancak IMF ve yabancı güçler Türkiye’deki bu istikrarlı gidişten rahatsız oldular. Bu nedenle faizlerin yükselmesini, Türkiye’nin tekrar 2000’li yıllardaki gibi IMF kapılarında sürünmesini istiyorlardı. Bunu nasıl sağlayabileceklerini düşündüler. Özellikle Sayın Bakanımız Mehmet Şimşek zamanında bu konunun gündeme getirildiğini biliyoruz.  Sayın Şimşek “Faizleri arttırmak gerekir” sözünü sık sık dillendirdi. Bu hususta Merkez Bankası da ısrarla ‘faizleri arttırmak gerektiğine ilişkin’ toplantılar yaptı. Zaman zaman da faizlerde küçük düzenlemeler gerçekleştirildi. Ancak 2018/Ocak ayında Merkez Bankası tarafından alınan 2018/11185 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla döviz geliri olmayan şirketlerin döviz cinsinden kredi almaları yasaklandı.

Bu kararla ilgili 2018 Şubat ayında biz hükümet yetkililerine bu kararın doğru olmadığını ve söz konusu kararla, şirketlerin döviz alımına geçeceklerini ve bununda ülkede döviz kurlarını tetikleyeceğini ilettik. Ancak yetkililer buna kayıtsız kaldı.

Özellikle bu döviz artışının ekonomiyi etkileyeceğini, hatta Haziran 2018 seçimlerinde bile olumsuz yansımalarının olacağını belirttik. Her ne hikmetse bu konuda yapılan onca uyarılara rağmen, zamanında önlemler alınmadı. Ve 2018 Ekim ayına yaklaştığımız şu günlere kadar döviz kuru % 100’ü aşkın bir artış gösterdi. Hala dövizdeki kur değişimi havada türbülansa yakalanmış uçak gibi ülke ekonomimizi de olumsuz etkilemektedir.

Bize göre 2018 yılının Kasım ve Aralık aylarında, döviz üzerindeki talep azalma eğilimine geçeceği için kurlardaki değişimler de azalacak ve döviz kurları Özellikle ABD doları 5.25 – 5.75 bandına gerileyecektir

Ekonomik krizden iş adamları, esnaflar, işçi, memur, emekliler ve toplumun hemen her kesimi olumsuz olarak etkilenmekte. Sizce Türkiye bu krizi atlatabilecek altyapıya potansiyele sahip mi?

Değerli kardeşim, Türkiye ekonomisi son 15 yıldır çok sağlam temellerde yürümektedir.Son dönemdeki döviz ve fiyatlarda oluşan dalgalanma kısa sürede netleşecek ve vatandaş kaldığı yerden hayatını devam ettirecektir. Ancak bu tip dövize endeksli ekonomik dalgalanmalarda; ülkemizin dar gelirlileri, emeklileri, işçi ve memurları direkt etkilenmektedir. Özellikle döviz kredisi ile bina, makine veya emtia alan şirketler bu krizden direk etkilenen kısmıdır.  Bunlar için hükümetimiz döviz talebini azaltıcı 32 Sayılı Kambiyo Kararı ile her türlü menkul ve gayrimenkul alım –satımı – kiralaması, Leasing sözleşmeleri ve Telif Hakkı Patent sözleşmelerinin Türk lirasından yapılması zorunluluğunu getirerek, ülkemizdeki dövize endeksli işlemleri azaltmaktadırlar. Böylelikle ekonomide döviz kur riskinin oluşturabileceği olumsuzluklar kaldırılmaya çalışılmaktadır.

Yakın ekonomik geleceğimizi nasıl öngörüyorsunuz? Önümüzdeki süreçte bu zorlukların üstesinden gelebilmek için sizce hangi adımlar atılmalı, neler yapılmalı?

Biz ekonominin yakın geleceğini değerlendirirken tüketicilerin  temkinli davranmalarını öneriyoruz. Şirketlere ise, döviz gelirleri yoksa kesinlikle döviz ile borçlanmasınlar diyoruz. Aslında biz yıllardır da bunu önermekteyiz. Bugün de aynı önerimiz geçerlidir. Döviz kurlarındaki türbülans yıl sonunu bulacaktır. Ancak vatandaşlarımız endişelenmesinler. Bu dönemde biraz durağan, sakin ve soğuk kanlı davransınlar. Öldük, bittik, hemen onu alalım, onu satalım edebiyatına kapılmasınlar. DÖVİZDEN ve ALTINDAN uzak dursunlar.  Milli para birimi TL ile ilerlesinler. İş adamlarımız için söyleyeceğimiz ise şudur: Öz kaynakları ile yatırım yapmanın tam zamanıdır.

 Başkanlık sisteminin bu tip kriz durumlarında avantaj ve dezavantajları sizce neler?

 Aslında Başkanlık Sistemi ülkemiz için bir nimettir. Başkanlık Sistemi’nde istişare edilerek alınacak hızlı kararlar, bu tip ekonomik dalgalanmaları çok kısa sürede sona erdirebilir.

Ben özellikle hükümet danışmanlarına seslenmek istiyorum. Lütfen ülkenin ekonomik dinamiklerini iyi analiz edin. ‘Kim, neyi, niçin yapıyor?’ Bu meseleyi bilmezseniz ve ekonominin içinden gelmediyseniz sorunu ve çözüm yollarını ıskalarsınız. Yanlış istikamete gidersiniz. Öncelikle içimizdeki kötüleri temizleyelim. Bile bile bu milleti sıkıntılara sokmayalım.

Hükümetimize de şunu tavsiye edebilirim. Öncelikle dövizle ilgili beyanatları keselim.

Döviz kurlarının hareketleri sade vatandaşı doğrudan ilgilendirmez. Gündemlerinde de döviz olağan şartlarda yoktur.

Bu nedenle 1990’lı yıllarda açılmış olan DÖVİZ BÜROLARI’nın acilen kapatılması gerekir. Döviz ihtiyacı olan gider bankalardan alır – satar. İnternetin olmadığı, bankacılık sisteminin eksik olduğu 1990’lı yıllarda getirilen bu düzenlemeyi acilen sonlandıralım. Böylelikle spekülatörlerin döviz kurlarını etkileyerek; vatandaşlarımızı ve ülke ekonomisini sabote etmesinin önüne geçelim isterim.

Ayrıca bize göre bu dalgalanmalardan sıyrılmak için, Merkez Bankası’nın almış olduğu kararı erteleyerek, kademeli bir geçiş öngörülmelidir.

Ekonomik krizin yanı sıra hemen sınırlarımızda Suriye toprakları içerisinde, çok uluslu bir müdahalenin var olduğu bir iç savaş – karışıklık yaşanmakta. Bu durum Türkiye için siyasi ve ekonomik olarak ne tür tehditler barındırıyor? Türkiye nasıl bir yol izlemeli?

Biz bundan önceki söyleşilerimizde de, Türkiye Suriye’ye en kısa sürede müdahale etmeli demiştik. Türkiyesiz bir Suriye veya Ortadoğu kesinlikle mümkün değil. Yüz yıllarca egemenliğimiz altında yaşayan Arap ülkelerinin bu gün tek başlarına bir şey yapamadıklarını görüyoruz. Rüzgardaki yaprak misali bir o yana bir bu yana savruluyorlar. Bir daha yeniliyorum: 4 – 5 milyon Suriyeli kardeşimizi ülkemizde besliyoruz. Bunun daha da artmasındansa Suriye’nin kuzeyindeki Afrin, Münbiç, İdlib  dolaylarında bir ‘tampon bölge’ oluşturulmalı ve Suriyeli kardeşlerimiz bu bölgede yaşamlarını sürdürmelidirler.

Avrupa’nın Türkiye’ye göçmenlerle ilgili desteğinin olmadığını görüyorsunuz. Avrupa Birliği üyesi ülkelere, vizesiz geçiş yapma koşulu ile ülkemizden göçmen gönderemiyoruz. Bu durumda biz de göçmenleri salıverebilir,  Avrupa’da diledikleri ülkelere gidebilmelerine yol açabiliriz. Ben olsam, Avrupa’nın bu iki yüzlülüğüne karşı bunu yaparım.

Önümüzdeki mart ayında yerel seçimler yapılacak. Mevcut ekonomik tablonun seçimlere yansıması söz konusu mu? Bir değerlendirme yapar mısınız?

Metin Bey, her ekonomik gelişmenin, her siyasi gelişmenin seçimler üzerinde etkisi olur. Geçmişe bakarsanız çok iyi tahlil edersiniz. Gerek 1994 ekonomik krizinde, gerekse 2001 ekonomik krizinde faturayı hep iktidar partiler ödemiştir.

Burada şunu söylemek istiyorum: Hükümetimiz, ekonomimiz etkilenmesin diye var gücüyle çalışıyor. Tedbirler alıyor, teşvik paketleri çıkarıyor, döviz kurunu stabil (sabit) halde tutmak istiyor. Ancak ülkemiz içinde çok fırsatçılar var. Dövizle hiçbir işi olmayan firma ve kişiler bile mal ve hizmet ücretlerine %50 – %100 oranında zam yapıyorlar. ‘Fırsattan istifade zam yapayım, kazancıma kazanç katayım’ diyorlar.

El İnsaf yahu! Bu dünyanın öbür tarafı da var!

Bize göre, hükümetimiz buna ilişkin de bir düzenleme yapmalıdır. Örneğin maliyet bedelinin %10 – %20 üzerinde bir kar marjı – fiyat belirleyenlere ceza uygulanmalıdır.

Ayrıca hükümetimiz stokçuluğa karşı, denetim ve kontrolleri arttırmalıdır. Bunu yapacak elemanları yoksa, yüz bin mali müşavir ve yeminli mali müşavir meslektaşımdan yararlanmalıdır.

Siz bir dönem milletvekili aday adayı olarak da siyasi sahnede yer almıştınız? Bu dönem belediye başkanlığına adaylığınız söz konusu mu?

Değerli dostum, sen bizi çok iyi biliyorsun. Bizim parada, pulda gözümüz yoktur. Makam ve mevki sevdalısı da değiliz. Makamlar emanettir. Gün gelir çeker gidersin. Bu nedenle şu an için böyle bir düşüncemiz bulunmamaktadır. Ancak bir husus var ki; ülkem için, şehrim için, ilçem için bana ihtiyaç duyulması halinde biz kesinlikle geri durmayız. Elimizi taşın altına koyarız.

Daha önceki söyleşilerimizde de şu hususu belirtmiştim: “Kim olursa olsun, idareci parayı ve insanı idare etmiş kişilerden seçilmelidir.”

Biz fikrimizle, önerilerimizle, mesleki kariyerimizle hükümetimize ve meslek camiamıza destek ve hizmet etmeye devam edeceğiz.  Buna hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Pendik söz konusu olduğunda elbette birçok önerim, hayata geçmesinde fayda gördüğüm uygulamalar var.

Bunlardan birkaç tanesini sıralayacak olursam şunları söyleyebilirim:

Otopark sorunu tamamen çözülmeli. Anadolu Fuar Merkezi kurulmalı. Sahilde Açık Hava Konser Alanı kurulmalı. Çarşı esnafına 10.00 – 22.00 arası çalışma zorunluluğu getirilmeli. Pazar alanı vatandaşların daha rahat istifade edebilmeleri açısından Pendik Mc Donalds ile Gülistan Sofrası arasındaki bölüme taşınmalı.

Belediye kiralık araç ve taşeron personelle çalışmaya son vermeli.

Belediye Başkanı halkla ve esnafla haftalık toplantılar yapmalı. Kentsel dönüşümle gönüllü dönüşümü hızlandırılmalı.

Tekrar ana gündeme dönecek olursak; sonuç olarak, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik dalgalanmaların bir an önce son bulmasını arzu etmekteyiz.

Şunu da unutmamak gerekir ki; bu gemide hepimiz varız. Geminin en güzel bir şekilde yönetilmesi, ülkenin ayakta kalması noktasında her TÜRK VATANDAŞININ sorumluluğu vardır.

 Sorularımıza verdiğiniz içten cevaplar için teşekkür ediyoruz.

Bana gündemle ilgili görüş ve önerilerimi kamuoyu ile paylaşma fırsatı sunduğunuz için ben de size teşekkür ederim. Umarım her şey hayırlısı ile neticelenir.

Söyleşi: Metin Yazıcı

Not: Bu röportaj ilk olarak Pendikgazetesi.com‘da yayınlanmıştır.











Sponsorlu Bağlantı


Diğer Yazılar